Bugün sorulan sorumuz:
Atatürk döneminde Türkiye’nin Sovyetler Birliği ile ilişkileri nasıldı?
Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğindeki Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki karmaşık ilişkiyi keşfedin: erken iş birliğinden artan güvensizliğe ve Soğuk Savaş’ın mirasına.
Atatürk Döneminde Türkiye-Sovyet İlişkileri: Narin Bir Denge Oyunu
20. yüzyılın başlarında, çökmekte olan bir imparatorluğun küllerinden yeni doğan Türkiye Cumhuriyeti ile yeni bir ideolojinin küresel gücü olarak ortaya çıkan Sovyetler Birliği kendilerini tarih sahnesinde benzersiz bir ilişkinin içinde buldular. Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki Türkiye ile Vladimir Lenin ve daha sonra Joseph Stalin’in yönettiği Sovyetler Birliği arasındaki ilişki, karşılıklı çıkarlar, güvensizlik ve ideolojik uçurumlarla şekillenen karmaşık ve çok yönlü bir ilişkiydi. Bu ilişki, her iki ülkenin de dış politikasını ve bölgesel dinamikleri şekillendirmede önemli bir rol oynadı.
Devrimin Çocukları: Ortak Zemin ve Karşılıklı Destek
Osmanlı İmparatorluğu’nun I. Dünya Savaşı’nın ardından parçalanmasının ardından, Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki Türk milliyetçi hareketi, Anadolu’nun yabancı işgaline karşı şiddetli bir direniş başlattı. Bolşevik hükümeti, Türk milliyetçi hareketini emperyalizme karşı devrimci bir mücadele olarak gördüğü için Türkiye Kurtuluş Savaşı’na (1919-1923) önemli bir destek sağladı. Sovyet Rusya, Türk milliyetçilerine silah, mühimmat ve mali yardım sağlayarak yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin hayatta kalmasında hayati bir rol oynadı. Atatürk’ün 1921’de Moskova Antlaşması ve ardından 1922’de Kars Antlaşması’nı imzalayarak Bolşevik hükümeti ile dostane ilişkiler kurma kararı, büyük ölçüde Sovyetler Birliği’nin verdiği maddi ve diplomatik desteğe dayanıyordu. Bu antlaşmalar, yalnızca iki ülke arasındaki sınırı belirlemekle kalmadı, aynı zamanda yakın siyasi ve askeri iş birliğine de zemin hazırladı.
İdeolojilerin Çatışması: Güvensizlik ve Şüphe
İlk yıllarda karşılıklı destek ve iş birliğine rağmen, Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişki, derin bir güvensizliğe ve şüpheye dayanıyordu. Atatürk’ün Türkiye’si laik, milliyetçi ve Batı’ya yönelik bir devlet olarak kendini yeniden inşa etmeye çalışırken, Sovyetler Birliği küresel bir komünist devrim için çalışıyordu. Atatürk’ün iç politikaları, özellikle de halifeliğin kaldırılması ve laik bir cumhuriyetin kurulması, Sovyet liderliğinde endişelere yol açtı. Ayrıca, Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne katılması ve Batılı güçlerle yakın ilişkiler kurması, Sovyetler Birliği tarafından kendi güvenliğine yönelik bir tehdit olarak algılandı. Sonuç olarak, 1920’lerin ortalarından itibaren iki ülke arasındaki ilişki soğumaya başladı. Sovyetler Birliği, Türkiye’deki komünist hareketleri desteklemeye devam ederken, Türkiye de artan Sovyet etkisine karşı ihtiyatlı kaldı.
Gergin Bir Barış: Atatürk’ün Ölümünden Sonra İlişkiler
Atatürk’ün 1938’deki ölümünün ardından, Türkiye ile Sovyetler Birliği arasındaki ilişki, gergin bir barış içinde varlığını sürdürdü. İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle birlikte Türkiye tarafsızlığını ilan etti, ancak Sovyetler Birliği’ne karşı ihtiyatlı bir duruş sergiledi. Türkiye, savaştan sonra artan Sovyet baskısıyla karşı karşıya kaldı. Stalin, Türkiye’den Boğazlar üzerinde ortak savunma üsleri ve Türkiye’nin doğusundaki bölgelerde toprak tavizleri talep etti. Türkiye’nin bu talepleri reddetmesi ve Batı ile daha yakın ilişkiler araması, iki ülke arasındaki ilişkilerde önemli bir dönüm noktası oldu. Türkiye’nin 1947’de Truman Doktrini’nin ardından ABD’den mali ve askeri yardım alması ve 1952’de NATO’ya katılması, Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında tam teşekküllü bir Soğuk Savaş düşmanlığının yolunu açtı.
Sonuç
Sonuç olarak, Atatürk dönemindeki Türkiye-Sovyet ilişkileri, iş birliği ve çatışmanın, çıkar ve güvensizliğin karmaşık bir karışımıydı. İlk yıllarda karşılıklı destek ve dostluğa rağmen, ideolojik farklılıklar ve jeopolitik kaygılar, iki ülke arasındaki ilişkileri zehirledi. Atatürk’ün pragmatik yaklaşımı, Türkiye’nin Sovyetler Birliği ile dengeli ilişkiler kurmasını sağladı ve aynı zamanda bağımsızlığını ve ulusal çıkarlarını korudu. Ancak, onun ölümü ve ardından gelen Soğuk Savaş, Türkiye ile Sovyetler Birliği’ni karşıtaraflar haline getirdi ve bu durum, ilişkilerini sonraki yıllarda da şekillendirecek bir düşmanlık mirası bıraktı.
Bu çalkantılı dönem, iki komşu ülkenin ilişkilerinin, tarihlerinin, ideolojilerinin ve küresel güç mücadelesinin karmaşık etkileşimleriyle nasıl şekillendiğini gösteriyor. Atatürk dönemindeki Türkiye-Sovyet ilişkileri, uluslararası ilişkilerin dinamik doğasının ve dış politikada denge ve çıkarların nasıl belirleyici faktörler olmaya devam ettiğinin ilgi çekici bir örneği olmaya devam ediyor.
Bir yanıt yazın