Bugün sorulan sorumuz:
Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkileri nasıl gelişmiştir?
Türkiye ile AB arasındaki karmaşık ilişkiyi keşfedin: Tarihsel bağlardan güncel zorluklara ve belirsiz bir geleceğe kadar.
Türkiye’nin Avrupa Birliği ile İlişkileri: Karmaşık Bir Geçmiş ve Belirsiz Bir Gelecek
Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) arasındaki ilişki, on yıllar boyunca iniş çıkışlarla dolu, hem umut hem de hayal kırıklığı ile damgalanmış, çok katmanlı ve genellikle çalkantılı bir serüven olmuştur. Bu ilişkinin kökleri, Türkiye’nin 1959 gibi erken bir tarihte Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET), AB’nin öncülüne, ortaklık başvurusunda bulunmasına kadar uzanmaktadır. Ancak, tam üyeliğe giden yol, siyasi, ekonomik ve sosyal zorlukların karmaşık bir labirenti olduğunu kanıtlayarak, hayal edilenden çok daha dolambaçlı ve engebeli olduğunu kanıtlamıştır.
İlk Yıllar: Umut ve Belirsizlik
Türkiye’nin Avrupa ile olan ilişkisi, Osmanlı İmparatorluğu dönemine kadar uzanan derin tarihsel ve kültürel bağlara dayanmaktadır. Ancak, modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde Türkiye, Batı’ya yönelik açık bir bakış açısı benimseyerek, siyasi ve ekonomik sistemlerini Avrupa modellerine göre yeniden şekillendirmeyi amaçlamıştır. Bu Batı’ya yönelim, 1959’da AET’ye ortaklık başvurusunda bulunulmasıyla daha da pekişmiş ve Türkiye’nin Avrupa projesine entegre olma arzusunu göstermiştir.
Türkiye’nin ortaklık başvurusu, başlangıçta AB’nin öncülü tarafından olumlu karşılanmış ve 1963 yılında Ankara Anlaşması’nın imzalanmasıyla sonuçlanmıştır. Bu anlaşma, tam üyeliğe giden bir yol haritası olarak görülerek, aşamalı ekonomik entegrasyon ve siyasi uyum öngörüyordu. Bununla birlikte, Türkiye’nin üyeliğe giden yolu, 1960’lar ve 1970’lerde yaşanan bir dizi siyasi ve ekonomik zorluktan dolayı sekteye uğramıştır. Türkiye’deki askeri darbeler ve siyasi istikrarsızlık, AB içinde endişelere yol açmış ve üyelik müzakerelerinin başlamasını geciktirmiştir.
Gümrük Birliği ve Sonrası: Yakınlaşma ve Uzaklaşma
1980’lerde Türkiye’de demokrasinin yeniden tesis edilmesi ve piyasa odaklı ekonomik reformların uygulanmasıyla AB ile ilişkilerde yeni bir ivme kazanılmıştır. Bu olumlu gelişmeler, 1995 yılında Türkiye ile AB arasında Gümrük Birliği Anlaşması’nın imzalanmasının yolunu açmıştır. 1996 yılında yürürlüğe giren Gümrük Birliği, Türkiye ekonomisi için bir dönüm noktası olmuş, sanayi ürünlerinde serbest ticareti tesis etmiş ve AB ile ekonomik ilişkileri önemli ölçüde güçlendirmiştir.
Ancak, Gümrük Birliği, Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine giden otomatik bir yol sağlamamıştır. Türkiye, Kopenhag Kriterleri olarak bilinen bir dizi siyasi ve ekonomik koşulu yerine getirmek zorundaydı. Bu kriterler arasında demokratik kurumların istikrarlı bir şekilde işlemesi, insan haklarına ve hukukun üstünlüğüne saygı, işleyen bir piyasa ekonomisi ve AB mevzuatını benimseme ve uygulama kapasitesi yer alıyordu. Türkiye’nin AB üyeliğine ilerlemesi, özellikle Kıbrıs sorunu, insan hakları sicili ve hukukun üstünlüğü konusundaki endişeler gibi bir dizi sorun nedeniyle yavaş ve zorlu olmuştur.
21. Yüzyıl: Umutlar, Engeller ve Belirsizlik
21. yüzyılın başlarında, Türkiye’de Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) iktidara gelmesi ve Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliği altında AB ile ilişkilerde yeni bir döneme girilmiştir. AKP hükümeti, AB reformlarını uygulamayı ve Türkiye’nin üyelik hedefini yeniden canlandırmayı taahhüt ederek, AB’ye katılım müzakerelerinin başlaması için bastırmıştır. 2005 yılında uzun süren müzakerelerin ardından Türkiye, AB’ye katılım müzakerelerine resmen başlamıştır.
Ancak, Türkiye’nin üyelik müzakerelerindeki ilk coşku kısa sürede azalmış ve süreç bir dizi zorlukla karşılaşmıştır. Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkanlar, ülkenin büyüklüğü, nüfusu ve Müslüman çoğunluğu ile AB’nin kültürel kimliğini ve sosyal yapısını etkileyeceğinden endişe etmektedir. Ekonomik kaygılar arasında ise Türkiye ekonomisinin rekabet gücü ve AB fonlarının potansiyel yükü yer almaktadır. Ayrıca, Kıbrıs sorunu çözülmeden devam eden bir engel oluşturmuş, Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerde gerilimlere yol açmıştır.
Son yıllarda, Türkiye’de hukukun üstünlüğü, ifade özgürlüğü ve insan hakları alanlarındaki gerileme, AB ile ilişkilerde önemli bir gerginlik kaynağı haline gelmiştir. 2016 yılında Türkiye’de başarısız bir darbe girişiminin ardından hükümetin başlattığı baskı, AB’den yaygın eleştirilere yol açmıştır. Sonuç olarak, Türkiye’nin AB üyelik müzakereleri fiilen durmuştur.
Bugün ve Ötesi: Belirsiz Bir Gelecek
Türkiye ile AB arasındaki ilişki bugün, her iki taraf için de kritik bir kavşakta bulunmaktadır. Türkiye, AB ile tam üyelik hedefini savunmaya devam etmekte, ancak hükümetin insan hakları ve hukukun üstünlüğü konusundaki sicili ile ilgili endişeler devam etmektedir. AB, Türkiye’nin stratejik konumu ve terörizm, göç ve bölgesel istikrar gibi konulardaki öneminin farkındadır. Ancak, AB ayrıca Türkiye’nin otoriter bir yönetime doğru sürüklenmesinden ve AB’nin temel değerlerinden uzaklaşmasından da endişe duymaktadır.
Türkiye ile AB arasındaki ilişkinin geleceği belirsizliğini korumaktadır. Tam üyelik şu anda ulaşılabilir görünmese de, her iki taraf için de karşılıklı çıkar alanlarında iş birliği yapma potansiyeli bulunmaktadır. Bununla birlikte, ilişkilerin gidişatı, büyük ölçüde Türkiye’nin siyasi gidişatına ve AB’nin Türkiye ile nasıl ilişki kuracağına ilişkin stratejik hesaplamalarına bağlı olacaktır. Türkiye ile AB arasındaki ilişki, on yıllar boyunca iniş çıkışlarla dolu olmuştur ve önümüzdeki yıllarda da karmaşık ve zorlu olmaya devam edeceğe benzemektedir.
Bir yanıt yazın